Kadınlarımız
Dün
gece rüyâmda rahmetli annemi gördüm. Güzel bir rüyâydı. Allah (cc) bütün
ölülerimize rahmet etsin.
Rüyâdan
uyanınca annemi düşündüm. Annemin şahsında tüm Karadenizli kadınları düşündüm.
Annelerimiz,
bacılarımız, halalarımız, teyzelerimiz, yengelerimiz hatta büyük annelerimiz
çileli bir hayat yaşadılar.
1956’ya
kadar yani 13 yaşıma kadar Trabzon’un bir orman içi köyünde yaşananlara A’dan
Z’ye şahit oldum. Çileleri ben de paylaştım ve az da olsa yaşadım.
Kadınlarımız
tam bir yaşam mücadelesi veriyorlardı. Şimdilerde survivor şovları yapılıyor; oysa asıl survivor,
yukarıda sözünü ettiğimiz cefakâr Karadeniz kadınlarıdır.
Her
şeyi marketten alan yeni kuşaklara bu söylediklerimiz bir hikâye gelir. Ama bir
düşünseler.
Evet,
düşünelim bir. Yalnız gazı, tuzu, kibriti, basma vb. giysi için
kullanılacakları; daha sonraları da şekeri ve buğdayı satın alırdık. Diğer
bütün aklımıza gelenleri kendimiz üretirdik. Üretirdik demesi kolay.
Hafızamızda şöyle canlandıralım bir:
Ekmekten
başlayalım. Bu arada mısır ekmeği yediğimizi de hatırlatalım. Şimdi ne
yapacağız? Önce tarlayı belleyeceğiz. Belli bir müddet sonra gübre sereceğiz.
Uzatmayalım kazacağız, ekeceğiz, düzelteceğiz, kihân edeceğiz; vakti gelince
biçeceğiz. Mısır koçanlarını ayırıp soyacağız. Mısırı kurutacağız. Değirmene
götürüp öğüteceğiz. Unumuzu ambara taşıyacağız. Hamur yapıp ekmeğimizi
pişireceğiz… -eceğiz, -eceğiz gibi kolay olmuyor; her şey aşamalı ve tam
vaktinde…
Pişirmekten
söz ettik. Tabii ocakta odun yakacağız. Odunu ormandan yapıp taşıyacağız. Sonra
kırıp içeri alacağız. Yeni kuşak bunları ancak filimlerde görür. Bir de
şarkılarda: Baltalar elimizde, uzun ip belimizde…
Sütümüz, yoğurdumuz, peynirimiz ve yağımız… Yemesi güzel. Ama ineklerimiz kışın
köyde, baharda mesirede, yazında yaylada… Kışın ot gerekir onlara. Mesirelerdeki
çayırlarımızdan, hatta saatlerce uzaktaki yaylarımızdaki çayırlardan temin
ediyoruz. Çayır tırpanla, kenar yerlerde orakla kesilir. Kurutulur. Bağ yapılır. Yük
yapılarak köye taşınır.
Kadınlar
sadece odun ve ot mu taşır. Keşke o kadar olsaydı. İneklerin altına sermek için
kestane yaprağı taşır, gübre de taşır. Hatta toprak kaymışsa alt taraftaki
toprağı tarlanın yukarı kısımlarına taşır…
Şimdi
aklıma geliyor da şaşırıyorum. Onun için sizin şaşırmanız normal. Hafzala
almayacak gibi. Kadınımız 35-40 kiloluk un çuvalını sırtına vurup 5-6 saat
uzaklıktaki yaylaya çıkarır. Oradan da 45-50 kiloluk ot yükünü sırtına vurup
köye getirir. Bunun sırrını hâlâ anlayamadım.
Azıcık düz bir alan oldu mu dinlenmek için yükleri konarlar ve, evet, veee horana kalkarlar. Bu nasıl bir enerji. Eve gelince iş bitmez. Yemek
yapılacak, yataklar serilecek… Su taşıma, yemek yapma işten sayılmaz.
Babalar
gurbette. Dedeler ve çocuklar kadınlara yardımcı.
Anneme
yardımcı olmaya çalışırdım: İki küçük kardeşimi saklardım. Bu arada evin suyunu
taşırdım. Tabii ahırdaki hayvanların da. Ufak tefek işler de yapardım bu ara.
Mısırları
biçmede yardımcı olurdum. Küçük bir torbayla değirmene giderdim. Bu konuları
başka bir yazımda anlattığım için böyle hızlı geçiyorum. Değirmendeki halalar,
ablalar beni severlerdi. Öncelikle benim mısırımı öğütür, torbaya koyup sırtıma
verirlerdi… 8-10 kiloluk küçük bir torbayı taşımak bir şey değil; ama arkamızda
torba olduğu halde su kanalı üzerindeki tahtadan karşıya geçmek… Anlatabiliyor
muyum?
Uuuuu,
anlatması da zor. Bütün yıl baharda yazda kışta. Yağmurda çamurda; karda buzda;
köyde mesirede yaylada; tarlada
korukta…vb. kısaca her zaman her yerde hayat mücadelesi…
Baharda yazda vb. deyişime bakmayın, o zamanlar
bunları bilmezdik. Mevsimlerin de ayların da isimleri değişikti: Bellemekler, kazmaklar, çayır kesmekler, biçmekler… gibi sözlü
bir takvim vardı. Erkekler gurbetten çayır kesmeklerde gelirlerdi. Bir ay bir buçuk
ay sonra yine gurbete.
Bu
hayat mücadelesini kazananlara selâm olsun.
Köyümün
survivorleri bugün Türkiye’nin büyük kentlerinde birer şampiyon gibi, şampiyon
evlatları gibi zenginlik içinde yaşamaktadırlar.
Köyümüzde
üretim hepten değişti. Çay üretimi yapılmaktadadır. Köylülerimiz belirli
zamanlarda köyde yaptıkları villalara gitmektedirler… Neyse konumuz bu değil.
Annemi
ve onun şahsında Türk kadınlarını düşündüm. Düşündüğümü kelimelerle izah
edemediğim için internette gezinerek anonim fotoğraflar derledim.
Hemen bir not
yazayım o zamanlardan fotoğraflar yok. Sadece hatırlatmak için seçtim.
Günümüze şükretmek için bu fotoğraflara bakmak
yeterli. Bir de şunu düşünelim çalışma alışkanlığımız, enerjimiz niye bu kadar
azaldı?
İllâ
bir şey düşünmek, ders veya ibret almak zorunda da değiliz elbet. Bakalım
yeter. Bir şeyler görebilirsek ne âlâ.
Sabahattin
Gencal, Hamidiye- Çekmeköy_ İstanbul
*